20 Nisan 2014 Pazar

Sahâbeyi Ötekileştirmek ya da Sahâbeye “Sahabî”* Olmak Ayrımında
Âyet ve Hadisleri Anlama Sorunu    
-Muhammed et-Ticânî es-Semâvî Örneği-

Salih KESGİN**

Giriş
Tebliğ başlığının uzun olmasının sebebi, bir vurguyu başlıkta da ifade edebilmektir. Muhammed et-Ticânî es-Semâvî, yaklaşık iki sene kadar önce katıldığımız bir seminerde, İsmâilî çalışmaların yapıldığı bir ortamda ‘asrın mütefekkiri’, ‘asrın büyük âlimi’ şeklindeki övgülerle gündemimize girmişti. Eserleri ücretsiz olarak dağıtılan birisiydi. Merak etmiştik o zamanlar kim olduğunu. Sempozyum başlığını görünce böyle bir tebliğ hazırlama düşüncesi hasıl oldu.
Bu çalışmada, Sünnî düşünceden Şi’îliğe geçen Dr. Muhammed et-Ticânî es-Semâvî’nin (d. 1943) Şi’î düşünceyi meşrulaştırmak amacıyla; âyet ve hadislerin sahâbenin gerçek yüzünü ortaya çıkardığını iddia ederek ileri sürdüğü ashâbı zemmedici yorumların ele alınması ve modern dönemde bir Müslümanın en temel arayışlarından birisi olması gereken sahâbeye dost olmak, -bir başka deyişle sahâbeye “sahâbî” olmak- sorumluluğu ekseninde kritiğinin yapılması hedeflenmektedir.
Tunus’un Kafsa şehrinde dünyaya gelen Semâvî, bir müddet bu kentte imamlık yapmış ve görev yaptığı camide tefsir ve fıkıh dersleri vermiştir. Ardından Mısır, Irak, Lübnan ve Ürdün’de tecrübesini artırmak maksadıyla bulunmuş ve bu esnada Irak’ta iken Seyyid Ebu’l-Kasım Hoi ve Muhammed Bakır es-Sadr gibi Şîa’nın önde gelen şahsiyetleriyle görüşerek Şi’îliği benimsemiştir. Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nden felsefe dalında doktora derecesi alan Muhammed et-Ticânî es-Semâvî’nin, Sünnî düşünceden Şi’î düşünceye geçişini ve sebeplerini açıkladığı ”Ve Hidâyete Erdim[1]“(Sümme İhtedeytu[2]), ”Kur’ân’ı Ehl-i Beyte Sorunuz[3]“(Fes’elu Ehle’z-Zikri[4]), ”Doğrularla Birlikte[5]“ (Li Ekune Mea’s-Sadikin[6]), “Kuran’daki Sünnet Ehl-i Beyte Gönül Verenlerin Yoludur [7]“(Eş-Şîa: Hüm Ehlü’s-Sünne[8]başlıklarıyla Türkçe’ye de çevrilen eserleri Farsça, Urduca, İngilizce başta olmak üzere pek çok dilde yayınlanmıştır.[9]
Şi’îliği benimsemesinin nedenlerini açıkladığı ve Şi’îliğin savunusunu yaptığı bu kitaplarında, sahâbenin Hz. Peygamber’in misyonuna zarar verdiklerini ve bu nedenle de İslâm’ın anlaşılmasında olumsuz bir rol oynadıklarını iddia eden Semâvî, bu kapsamda sahâbenin önde gelenlerini, Hz. Peygamber’in sözlerine, fiillerine ve takrirlerine muhalefet etmekle itham etmekte; bunu yaparken de herhangi bir metoda bağlı kalmaksızın kanaatlerini destekleyen hadisleri kabul etme, kendi fikirleriyle uyuşmayanları ise reddetme yöntemini benimsemektedir. Yazarın eserlerinin, modern dönemde, bir nevi Şi’î düşüncenin savunusu olarak sunulması, pek çok dile çevrilerek okurların dikkatine arz edilmesi; sahâbeye yönelik eleştirilerinin daha da fazla dikkat çekmesine ve zihinlerin bulanmasına sebebiyet verebilmektedir. Bu durum göz önünde bulundurularak, tebliğimizde bütün Müslümanların ortak değeri konumundaki sahâbeye Semâvî tarafından âyet ve hadislere bir nevi şiddet uygulanarak, salt mezhebi kaygılarla yöneltilen ithamları ilmî bir üslupla ele alarak tartışmak temel hedefimiz olacaktır. Bu kapsamda, yazar tarafından Kur’ân’ın ve hadislerin/sünnetin sahâbenin gerçek yüzünü ortaya çıkardığına ilişkin iddiaları sırasıyla ele alınacaktır.
1.      Kur’ân’ın Sahâbenin Gerçek Yüzünü Ortaya Çıkardığı İddiası:
Sahâbeyle ilgili iddialarını somut olarak ortaya koyduğu için tebliğimizde esas alacağımız, ”Fes’elu Ehle’z-Zikri” başlığıyla Arapça olarak yayınlanan, Türkçe’ye ise “Kur’ân’ı Ehl-i Beyte Sorunuz” ve “Zikir Ehline Sorun” başlıklarıyla tercüme edilen eserinde Semâvî, “Sahâbeler” başlığı altında oluşturduğu ayrı bir bölümde, ashaba ilişkin değerlendirmeler yapmakta ve “… üzülerek söylemek gerekiyor ki sünnet ve cemaat ehli, hiçbir sahâbenin tartışılmasını, yara almasını istemezler”[10] ifadeleriyle kendi duruşunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu ifadesinin ardından ise, âyet-i Kerîmelerin sahâbenin iç yüzünü ortaya çıkardığını belirttiği bir başlık altında sahâbeyi zemmettiğini iddia ettiği âyet meallerini alt alta sıralayarak değerlendirmelerine devam etmektedir. Biz öncelikle yazarın eserinde zikrettiği âyet meallerini tablo halinde, bağlamını karşılarına yazarak ortaya koyacak ardından müellifin bütün bu âyetlere dayanarak yaptığı değerlendirmeler üzerinden tahlile devam edeceğiz.


Sahâbenin Gerçek Yüzünü Ortaya Çıkardığı İddia Edilen Âyetler
ve
Sebebi Nüzulleri Ekseninde Hitabın Gerçek Muhatapları
Âyet’in Meali
Sure ve Âyet Numarası
Hitabın Muhatabı
Ey iman edenler! Size ne oldu ki, «Allah yolunda savaşa çıkın!» denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. Eğer (gerektiğinde savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek elem verici bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir; siz (savaşa çıkmamakla) O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir.
Tevbe 38-39
Yeni Müslüman olmuş kimseler, Bedeviler ve münafıklar
Ancak Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp, kuşkuları içinde bocalayanlar senden izin isterler.
Tevbe 45
Münafıklar
Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranızda koşarlardı. İçinizde, onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allah zalimleri gâyet iyi bilir.
Tevbe 47
Münafıklar
Onlardan sadakaların (taksimi) hususunda seni ayıplayanlar da vardır. Sadakalardan onlara da (bir pay) verilirse razı olurlar, şâyet onlara sadakalardan verilmezse hemen kızarlar.
Tevbe 58
Yeni Müslüman olmuş kimseler
Allah’ın Rasûlüne muhalefet etmek için geri kalanlar (sefere çıkmayıp) oturmaları ile sevindiler; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi çirkin gördüler; «bu sıcakta sefere çıkmayın» dediler. De ki: «Cehennem ateşi daha sıcaktır!» Keşke anlasalardı!
Tevbe 81
Münafıklar
Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.
Maide 54
Müminleri münafıkça tavırlara karşı uyarma
Hak ortaya çıktıktan sonra sanki gözleri göre göre ölüme sürükleniyorlarmış gibi (cihad hususunda) seninle tartışıyorlardı.
Enfal 6
Sahâbe
Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka onun huzurunda toplanacaksınız. Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirâyet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.
Enfal 24-25
Sahâbe
Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hainlik etmeyin; (sonra) bile bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz.
Enfal 27
Sahâbe
Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi. Onlar hem yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vâdinin üstünden ve alt yanından) üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman; İşte orada iman sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı. Ve o zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık (iman zayıflığı) bulunanlar: Meğer Allah ve Resûlü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar! diyorlardı.
Ahzab 9-10-11-12
Münafıklar
Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle karşılanır.
Saff, 2,3
Müminler / Münafıklar
Bedevîler «İnandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «Boyun eğdik» deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.
Hucurat, 14
Bedeviler
Onlar İslâm’a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki: Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur.
Hucurat, 17
Güce itaat ederek Müslüman olduğunu söyleyen Bedeviler
Onların arasında, seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından çıkınca kendilerine bilgi verilmiş olanlara «Az önce ne demişti?» diye sorarlar. Bunlar, Allah’ın kalplerini mühürlediği, hevâ ve heveslerine uyan kimselerdir.
Muhammed, 16
Münafıklar
Kalplerinde hastalık olanlar, yoksa Allah’ın, kinlerini ortaya çıkarmayacağını mı sandılar? Biz dileseydik onları sana gösterirdik de, sen onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları konuşma tarzlarından tanırsın. Allah işlediklerinizi bilir.
Muhammed 29-30
Münafıklar
İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılıyorsunuz. İçinizden kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O’ndan yüz çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin gibi de olmazlar.
Muhammed 38
Sahâbe

Semâvî, münafıkları tasvir eden, bedevi Arapları te’dib etmeyi hedefleyen ve hata yapan müminleri uyarıcı nitelikteki bu âyetlerin tamamının muhatabının sadece sahâbe olduğunu iddia ederek, sahâbenin çoğunluğunun Allah’ın ve Rasûlü’nün hükümlerine kolaylıkla karşı gelebildiklerine delil olduğunu ifade etmekte ve kanaatlerini, لَقَدْ جِئْنَاكُم بِالْحَقِّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَكُمْ لِلْحَقِّ كَارِهُونَ âyeti ile delillendirmek istemektedir.  Bu âyetteki ”Biz size Hakkı getirdik fakat sizin çoğunluğunuz Haktan hoşlanmıyorsunuz” ifadelerini delil olarak zikreden yazar âyeti şu şekilde yorumlamaktadır:
Çoğunluğu oluşturan bu sahâbeler, Peygamber’in (s.a.v.) yanından ayrılmazlar, onunla yürürler, onunla otururlar, ona yakınlık gösterirler. İç yüzleri belli olmasın diye, bunu yaparlar. Gerçek müminleri geride bırakacak bir gösterişle namazlarını kılarlar, ibadetlerine düşerler ve aldatıcı bir görünüş ortaya çıkarırlar.[11]
Cehennemliklerin şahsında Hz. Peygamber’in muhataplarına hitap eden ve inkârcılıkta devam ettikleri takdirde akıbetlerinin bu şekilde olacağını ifade eden Zuhruf Suresi 78. âyetin muhatapları gerçekte, inkârcılar ve Allah Rasûlü’nün risâletini kabul etmeyeneler iken, bunu tahrif ederek muhatapların sahâbe olduğunu iddia eden ve yukarıda aktardığımız değerlendirmeleriyle onların büyük bir kısmını itibarsızlaştıran ifadelerinin ardından yazar okuyucuya şu soruyu yöneltmektedir:
Bunlar, Peygamber (s.a.v.) hayatta iken yapabiliyorlarsa, göçtükten sonra nasıl olacaktır? Doğal olarak azacaklar, çoğalacaklar ve ikiyüzlülüğü sürdüreceklerdir... Bunlar ki, yüce peygamber (s.a.v.) daha ölüm döşeğinde iken dönekliklerini gösterdiler, Rasûl’ün (s.a.v.) emirlerini dinlememeye başlamışlardı…[12]
Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) çağrısına ilk muhatab olan ashabı bu ifadelerle itibarsızlaştırmayı hedefleyen yazar Ali İmran Suresi 144. Âyeti’ni de benzeri bir üslupla yorumlamaktadır. Âyette yer alan, “Muhammed ancak peygamberdir. Ondan önce de Peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür, ya da öldürülürse gerisin geriye eski dininize mi döneceksiniz? Kim ki geri dönerse Allah’a hiçbir şekilde zarar ermiş olmayacaktır. Allah sizden şükredenleri ödüllendirecektir. ifadelerini müellif şu şekilde değerlendirmektedir:
Şükreden sahâbeler ise azınlıktadır. Bunlar döneklik yapmadılar. Peygamber’in izinden ayrılmadılar ve hiç değişmediler. Bu âyetin getirdiği kanıtla Sünnet Ehli’nin iddiası düşer. Sünnet Ehli’nin sahâbelerin münafıklarla ilgilerinin bulunmadığı savı, tamamen yanlıştır. Çünkü bu âyet peygamberin hayatında doğru görünüp öldükten sonra döneklik yapacaklara seslenmektedir. [13]
Semâvî’nin, âyetin bağlamını ve nüzûl sebebini dikkate almaksızın yaptığı bu yorumu, aslında âyet-i kerîmeyi ait olmadığı bir anlam havuzuna yerleştirme ve bunun üzerinden sahâbeyi eleştirme arayışının bir sonucudur. Sünnî ve de Şi’î tefsir kaynaklarında, Uhud Savaşı’nda Hz. Peygamber’in öldürüldüğü iddiasının müşrikler tarafından ortaya atılması sonrasında Müslümanlardan bazılarının benimsediği tavırlarla ilgili olduğu ayrıntılı olarak izah edilen[14] bu âyetin, Semâvî’nin kendi gayretiyle oluşturmaya çalıştığı bağlamla bir ilintisinin dahi olmadığı aşikârdır. Buna rağmen müellifin, bir âyeti anlamada sebebi nuzûlünün araştırılması gibi en temel ilkeyi görmezden gelmesinin ve müntesibi olduğunu beyan ettiği Şi’î düşüncenin en temel tefsir kaynaklarına dahi müracaat etmeden ilgili âyetin, sahâbenin çoğunluğunun münafık olduğuna işaret ettiğini iddia etmesinin; mezhebî taassuptan öte, okuduğunu bilerek çarpıtma gayretinden başka bir gerekçeyle izah edilmesi mümkün değildir.      
Kur’ân-ı Kerîm’de, insanlık için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet olarak vasıflandırılan[15], mutedil bir ümmet olarak övülen[16], Allah ve Rasûlü’ne tam teslimiyet göstererek büyük ecir kazandıkları açıklanan[17] ve Allah’ın kendilerinden, kendilerinin de Allah’tan razı olduğu, ebedi cennetin onlar için hazırlandığı[18] ifade edilen sahâbenin -bir nevi- nassa şiddet uygulanarak, çoğunluğunun Hak’tan hoşlanmayan kimseler olarak vasıflandırılması hangi gerekçe ile olursa olsun tarihi verilerle bağdaşmamaktadır. Sahâbeyi olgunlaştırmayı hedefleyen, hataları olduğunda onları uyarı mahiyetinde tenzil buyurulan âyet-i Kerîmeleri[19] delil göstererek sahâbenin hadis rivâyeti açısından adil olmadığını iddia etmek ve onları Hak’tan hoşlanmayan kimseler olarak itibarsızlaştırma çabası içerisinde olmak yazarın içinde olduğu zihnî dönüşümün bir sonucu olarak karşımıza çıkmaktadır.
2. Hadis ve Sünnetin Sahâbenin Gerçek Yüzünü Ortaya Çıkardığı İddiası
Semâvî, Sünnî hadis âlimlerince sahih olarak kabul edilen pek çok hadisin sahâbenin ikiyüzlülüğünü ortaya çıkardığını iddia etmekte, Ehl-i Sünnet âlimlerince otoritesi kabul edilen Buhari’nin el-Camiu’s-Sahih adlı eserinden örnekler vererek kanaatlerini desteklemek istemektedir. Yazar, sahâbenin tutumunu tasvir edebilmek için Buhari’nin Sahih’inden ilk olarak şu rivâyetleri aktarmaktadır:
İbrahim et-Teymî diyor ki; Sözümü amelime arz ederken yalancı duruma düşmekten hep korkmuşumdur.
İbn Ebi Müleyke diyor ki, Peygamber’in (s.a.v.) en azından otuz ashâbına ulaştım. Bunların hepsi, kendine karşı nifak korkusu içindeydi. Hiç birisinin “Şükür ben, Cebrail ve Mikail imanı üzerindeydim” dediğine rastlamadım.[20]
İbrahim et-Teymî’nin (r.a.) ve Tabiin’den İbn Ebi Müleyke’nin (r.a.) bu ifadelerini yazar şu şekilde değerlendirmektedir:
İbn Ebi Müleyke, Peygamber’in en azından 30 sahâbesiyle ilişki kuracak, hepsinin içinde yaşadığı nifaktan sıkıntı çektiğini görecek ve hiçbirisi ben iman yolundayım, diyemeyecekse, Sünnet Ehli’ne ne oluyor ki, hepsini, ayırım yapmadan nerede ise, Peygamber’in seviyesine çıkaracak, bu konuda tenkid ve tartışma kabul etmeyecektir.[21]
Yazarın endişesine esas teşkil eden bu rivâyetlerin, Buhârî’nin Sahih’inde “Bir kimsenin kendi bilgisi olmaksızın yaptığı iyiliklerin iptal olacağından korkması” bab başlığı altında zikredilmesi ve babın içerisindeki diğer hadiste ancak münafığın kendini güvende hissedeceğinin, mü’min olan kimsenin ise kendisi adına korku taşıyacağının ifade edilmesi, rivâyetlerin aslında sahâbenin imânî açıdan olgunluğuna ve ahlâkî açıdan alçak gönüllülüğüne işaret ettiğini ortaya koymaktadır. Semâvî’nin, sahâbenin nifaktan sıkıntı çektiğini iddia edişine delil olarak sunduğu bu rivâyetler, Kur’ân-ı Kerîm’deki ”Onlar korkarak ve ümit ederek Rablerine dua ederler”[22]  ilâhî beyânı çerçevesinde anlaşıldığında, sahâbenin bu ifadelerinin korku ile ümit arasında benimsedikleri imânî duruşun bir göstergesi olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, Hz. Peygamber’in, ”Müminler Allah’ın azabının miktarını bilselerdi hiçbiri Cennet’i ümit etmezdi. Kâfirler de Allah’ın rahmetinin ne kadar çok olduğunu bilselerdi hiç biri O’nun rahmetinden ümit kesmezdi.”[23] şeklindeki ifadeleri de sahâbenin sözlerine yansıyan bu tutumu izah etmektedir.
Semâvî’nin bir diğer iddiası ise, Cuma namazı esnasında Şam’dan bir ticaret kervanının gelmesi üzerine sahâbenin mescitten ayrılarak kervana yönelmesini aktaran hadisler üzerinden, sahâbenin neredeyse tamamını münafıklıkla itham etmesidir.  Semâvî, yine Buhari’nin el-Camiu’s-Sahih adlı eserinden alıntılayarak mezkûr olayı şu şekilde aktarır: Cabir b. Abdullah’tan naklen: Biz Cuma namazında iken, Şam’dan yiyecek yüklü bir kafile geldi. Bir hareket başladı ve on iki kişinin dışında, kimse kalmadı, cami boşaldı. Herkes, kafile yerine koştu. Bunun üzerine şu âyet-i Kerîme indi: “Bir ticaret ya da eğlence gördüklerinde, seni kıyamda bırakıp oraya üşüşürler[25]“.[26] Bu olayı nakletmesinin ardından Semâvî hadisi şu şekilde yorumlar:
Münafık sahâbeler, Allah’tan korkmadan ve günahtan çekinmeden Cuma namazından kaçabiliyorlar. Peygamber’i (s.a.v.) Allah huzurunda, farzını kılarken bırakıp kafilenin getirdiği malzeme ve ticaret maddelerini görmeye koşabiliyorlar. Bunlar, imanı tamam müslümanlar mıydı? Yoksa, namazı hafife alıp, alaya alan münafıklar mıydı? Bunlar ki namaza kalksalar bile, isteksiz/tembel davrananlardır. Bunların içinden ancak on iki gerçek sahâbe seçilebiliyor.[27]
Sahâbenin Cuma namazı ve hutbesiyle ilgili ahkâmın yeni vazedilmesi sebebiyle hutbeyi terk etmeleri[28], bilmeyerek işledikleri bir hatadır.[29] Bu olay vuku bulurken sahâbe, hutbeyi terk etmenin mahzur taşıyıp taşımadığına ilişkin net bir bilgiye sahip değildir.[30] Böyle bir ortamda sahâbe, Medine’ye uygulanan ekonomik ambargonun etkisiyle oluşan kıtlığa ve pahalılığa bağlı olarak kervandaki malların hemen bitebileceği endişesiyle kervana yönelmişlerdir.[31] Bu olay aslında sahâbenin ismet sıfatını taşıyan, hatasız kimseler olmadıklarını, semâvî birer varlık değil insan olduklarını gösteren çok net bir örnektir. Bu vakıa Semâvî’nin iddia ettiği üzere, Hz. Peygamber’le birlikte Cuma namazı kılan sahâbelerin on ikisi hariç hepsinin münafık olduklarına değil, vahyin ve Hz. Peygamber’in terbiyesiyle zaman içerisinde olgunlaşarak kâmil bir karakter kazandıklarına işaret etmektedir. 
Semâvî’nin dikkat çekici bir diğer iddiası ise; Hz. Ebu Bekir’in, Hz.Ömer’in ve Hz. Osman’ın kendi açıklarının ortaya çıkmasını engellemek için hadislerin yazılmasını engellediklerine ilişkin ifadeleridir. Bu iddiasını Semâvî, şu şekilde açıklamaktadır:
“Tarih okuyanlar, Peygamber (s.a.v.) hadislerinin yazımıyla naklini/anlatmasını ilk yasaklayanların, ilk üç halife olduklarını göreceklerdir. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadisleri onların icadlarıyla/yaptıklarıyla, onların uydurdukları ictihad ve hükümleriyle çelişecektir.” [32]
“Ebu Bekir, yüce peygamber’in hadislerinden çekiniyordu. Çünkü bu hadisler, onun yaptıklarıyla çelişiyordu. Bu arada gasp ettiği halifelik de tehlikeye giriyordu. Bunun çaresi, Hz. Peygamber’in hadislerini yok etmekti. İşte Aişe babasının yaptığına şahitlik ediyor. Aişe diyor ki: Babam, Rasûl’ün hadislerini topladı. Bu hadisler yaklaşık beş yüz dolayında idi. Babam gece boyunca rahatsız bir uyku geçirdi. Sebebini sordum. Kızım sende ne kadar hadis varsa hepsini bana getir dedi. Hepsini getirdik. Hepsini oracıkta yaktı.” [33]
Hz. Ebu Bekir’in, Hz. Peygamber’in sözünü değiştirme ve ona söylemediği bir ifadeyi atfetme korkusu nedeniyle imha ettiği kendisine ait hadis sahifesini[34], O’nun halifeyken yaptıklarının hadis ve sünnetle çelişmesine bağlaması, yazarın sahâbeyi ötekileştirme arayışının en bariz örneğidir. Nitekim, Hz. Aişe’nin, Hz. Ebu Bekir’e niçin sahifesini imha ettiğini sorması üzerine Hz. Ebu Bekir’in ”Onlar yanımda iken ölmekten korktum. Güvendiğim kimselerden aldığım bu hadislerin içinde bana söyledikleri gibi olmayan vardır da ben onu nakletmiş olabilirim.”[35] şeklinde cevap vermesi yazarın iddiasının hangi derecede ilmî değere haiz olduğunu ortaya koymaktadır. Hz. Ebu Bekir’in, Hz. Peygamber’in vefatının ardından insanları toplayarak ”Siz Rasûlullah’tan ihtilaf ettiğiniz bazı hadisleri söylüyorsunuz. İnsanlar sizden sonra daha çok ihtilafa düşecekler. Allah Rasûlü’nden hiçbir şey tahdis etmeyin. Eğer sizden hadis söylemenizi isteyen olursa, onlara “aramızda Kitabullah var” deyiniz. Onun helalini helal, haramını haram kılınız.[36] ifadeleriyle onlara seslenmesi de O’nun hadislerden çekinmesi nedeniyle değil insanların Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) söylemediği sözleri hadis olarak nakletmesinden imtina ettiği için böyle bir tavır aldığını ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber’in çağrısıyla muhatab olduğunda, Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) kendisinin dahi “şimdi bana kim inanır” diye tedirginlik hissedebileceği bir ortamda “sana ben inanırım tavrını” ortaya koyan, “Muhammed söylüyorsa doğrudur”[37] diyen Hz Ebubekir’in, hadis ve sünneti bilinçli olarak gizlemek istediği imasını içeren bu değerlendirmeler yazarın hiç de objektif bir değerlendirme yapmadığına delalet etmektedir. Nitekim müellifin, Hz. Ebubekir’i eleştirirken aynı eserde bir kaç sayfa önce zemmettiği Hz. Aişe’den[38] aktardığı bilgiyi kullanması da, ne kadar tutarsız bir metodla -kendi zihnî duruşuna uymayan yerde râvîyi ve hadisini kabul etmemek, tam tersi durumda ise o râviye ya da onun naklettiği hadise değer vermek metoduyla- hareket ettiğini göstermektedir. Bu tutumunu, Hz. Ebu Bekir’i eleştirirken onun zekat vermeyenlere karşı savaş açmasını konu edindiğinde de sürdürmekte, zekat katille değil kuvvetle tahsil edilir ifadelerinin ardından ”eğer böyle olsaydı Allah Rasûlü Salebe’ye savaş açardı” diyerek duruşunu delillendirmektedir.[39] Kendi kanaatine uymayan yerlerde hadis rivâyetlerinin sıhhatini tartışmaya açan yazarın, kanaatine destek olacağını düşündüğü Salebe hadisini[40] pek çok klasik kaynak tarafından sahih olarak vasıflandırılmamasına[41] rağmen herhangi bir sorgulamaya ihtiyaç hissetmeksizin kullanması manidardır.[42]
Hz. Ömer’i de aynı şekilde hadislerin yazılmasının karşısında olmakla itham eden yazar O’nun Karaza b. Kâ’b’ı (ö. 50/670) bir heyetle birlikte Kufe’ye gönderirken ifade ettiği “Siz halkı arı uğultusu gibi Kur’ân okuyan bir kavme gidiyorsunuz. Onlar sizi gördüklerinde, hadis dinleyebilmek için boyunlarını uzatıp size kulak verirler. Siz Allah Rasülü’nden hadis rivâyetini azaltarak Kur’ân’ın iyi okunmasına dikkat ediniz[43]  ifadelerini, O’nun  hadis ve sünnetin aktarılmasının/yazılmasının karşısında olmasının delili olarak sunmakta, şu şekilde ithamda bulunmaktadır:
Sünnet ve Cemaat ehline soralım: Siz Ebu Bekir ile Ömer’i kutsallıkta Hz. Peygamber’den sonra sayıyorsunuz. Siz sahihlerinizin dediğine güveniyorsanız, onlara göre Peygamberimiz: Size iki halife bırakıyorum. Birincisi Allah’ın kitabı, ikincisi ise benim sünnetlerimdir. Bunların her ikisinin ipine tutunursanız, hiçbir çelişkiye ve sıkıntıya düşmeyeceksiniz, diyor. Fakat bir de bakıyorsunuz en kutsal diye bilinen kişi Hz. Peygamber’in sünnetlerini inkâr ediyorlar. O sünnetlere değer vermiyorlar. Halk arasında bu sünnetlerin konuşulmasını/yazılmasını yasak ediyorlar.[44]
Hz. Ömer’in, insanların Kur’ân’dan uzaklaşacakları korkusuyla hadis rivâyetinde “tahdid”i benimsemesi yazar tarafından, Hulefâ-i Râşidîn’in icraatlarıyla Hz. Peygamber’in sünnetinin uyuşmadığının ortaya çıkmasını engelleme arayışı olarak ifade edilmekte, bu olay üzerinden aslında sahâbenin Hz. Peygamber’in sünnetine ve hadise gereken önemi vermediği intibâı uyandırılmak istenmektedir. Semâvî’nin iddiasının aksine, Hz. Ömer’in, insanların Kur’ân’a olan himmetlerini azaltacak herhangi bir tutum takınmalarını önlemek amacıyla zikrettiği bu ifadeler onun hadise/sünnete değer vermediğinin değil, ancak insanları hadis rivâyet ederken daha ihtiyatlı olmaya sevk ettiğinin bir göstergesi olarak anlaşılabilir. Müellifin, hadisleri mezhebî kanaatleri ekseninde yorumlamasının ötesinde kendisinin sıhhatli bulmadığı hadisleri sahâbe eleştirisinde kullanıyor olması da, yazarın hadisleri değerlendirmede faydacı bir yöntemi takip ettiğini göstermesi adına düşündürücüdür.
Sonuç ve Değerlendirme:
Şi’î düşünceyi benimsemesinin nedenlerini anlatmayı ve bunun üzerinden kitleleri ikna etmeyi amaçlayarak yazdığı eserlerinde Semâvî, sahâbeyi itibarsızlaştırmaya çalışmakta, onların karakter açısından çok da makbul durumda olmadıklarını ortaya koymak hedefiyle aslî kaynaklara inmeden ve hissi bir tutumla değerlendirmeler yapmaktadır. Âyet ve hadislere bir nevi şiddet uygulayarak, Kur’ân-ı Kerîm’deki olumlu ifadelere tamamen zıt bir şekilde, sahâbenin İslâm’ın insanlığa ulaştırılması hususunda olumsuz rol üstlendiklerini iddia eden yazar, bir metnin nasıl “aşırı yorum”la tahrif edilebileceğinin somut bir örneğini ortaya koymaktadır.
Gerek Kur’ân-ı Kerîm’de gerekse hadis/sünnette sahâbenin pek çok üstün vasfına işaret edilmesi bunun yanı sıra onların da insan oldukları ve hata yapabileceklerinin ortaya konması, aslında modern dönemde İslâmî emir ve yasakları hayatına geçirmeyi hedefleyen Müslüman bireyler için büyük önem arz etmektedir. Vahyin, insanda nasıl ete kemiğe büründüğünün Hz. Peygamber dışındaki en somut örnekleri olan sahâbe, bu vasıfları nedeniyle Allah Rasûlü (s.a.v.) tarafından inananların, gönüllerinin yıldızı olarak vasıflandırılmıştır. Hz. Peygamber’in canlı Kur’ân olduğu yerde sahâbe O’nun bir izdüşümüdür, bir rengidir, bir tonudur. Bu nedenle mezhebî aidiyeti ne olursa olsun Müslüman bireye düşen, onların hatalarından da övülen özelliklerinden de dersler alarak içinde bulunduğumuz çağda sahâbeye dost olabilecek, sahâbeye sahâbî olabilecek vesileler aramaktır.  


* Sahabî kavramı burada sözlük anlamı esas alınarak “birisine yakınlık duyup onunla beraber olmak, samimi olup arkadaşlık ve dostluk kurmak” manasında kullanılmıştır. Bkz.: Ebu’l-Huseyin Ahmet İbn Faris, Mucemu Mekayis fi’l-Lûğa, Beyrut: Daru’l-Fikr, 1998, s. 587.
** Yrd. Doç. Dr., Ondokuz Mayıs Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, skesgin@omu.edu.tr.
[1] Muhammet et-Ticânî es-Semâvî, Ve Hidâyete Erdim, çev. Zeki Özkaya, İstanbul: Can Yayınları, 1996; Semâvî, Doğruya Doğru, çev.Ataman Koç,  İstanbul: Kevser Yayınları, 2005.
[2] Semâvî, Sümme İhtedeytu, Beyrut: Müessesetü’l-Fecr, trz.
[3] Semâvî, Kur’ân’ı Ehl-i Beyte Sorunuz, çev.Zeki Özkaya, İstanbul: Can Yayınları, 2008.
[4] Semâvî, Fes’elu Ehle’z-Zikr, Beyrut: Müessesetü’l-Fecr, trz.
[5] Semâvî, Doğrularla Birlikte, çev. Abdullah Turan, İstanbul: Al-i Taha Yayınları trz.
[6] Semâvî, Li ekune maa’s Sadıkin, Beyrut: Muʼassasat al-Fajr, 1989.
[7] Semâvî, Kuran’daki Sünnet Ehl-i Beyte Gönül Verenlerin Yoludur, çev. Zeki Özkaya, İstanbul: Can Yayınları, 2009.
[8] Semâvî, eş-Şîa Hum Ehlü’s-Sünne, Beyrut: Şemsü’l-Maşrık, 1993.
[9] Semâvî’nin eserleri İran’da, ülke içinde mezhebi bağlılığı pekiştirmek için pek çok kez basılırken, Sünnî kitleleri etkilemek için de farklı dillere tercüme edilerek yayınlanmıştır. Bunun bir örneği olarak yazarın “Fes’elu Ehle’z Zikr” adlı kitabının “Ask Those Who Know”,  (Kum: İntişarat-ı Ensariyan, t.rz), ”Kur’ân-ı Ehl-i Beyt’e Sorun” adlarıyla tercüme edilmesi zikredilebilir. 
[10] Semâvî, Kur’ân’ı Ehl-i Beyt’e Sorunuz, s.103.
[11] Semâvî, Kur’ânı Ehli Beyt’e Sorunuz, s.115
[12] Semâvî, a.g.e, s.115.
[13] Semâvî, a.g.e, s.116.
[14] Bkz.: Ebü’l Fida İmadüddin İsmail b. Ömer İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ânî’l-Azim, (I-VIII), Riyad: Daru Tayyibe, c.2, s.128; Ebû Muhammed Muhyissünne Hüseyin b. Mesud Begavi, Tefsirü’l-Begavî, Riyad: Daru Tayyibe, 1997, c.2, s.114.
[15] Ali İmran, 3/110.
[16] Bakara, 2/143.
[17] Ali İmran, 3/172, 173.
[18] Tevbe, 9/100.
[19] Cuma, 62/11; Enfal, 8/67-69; Ali İmran, 3/152; Tevbe, 9/25; Nur, 24/11; Tevbe, 9/117; Ahzab, 33/29-30.
[20] Buhari, İman, 36.
[21] Semâvî, Kur’ân-ı Ehli Beyt’e Sorunuz, s.117.
[22] Secde, 32/16.
[23] Müslim, Tevbe 23.
[24] Bkz.: Buhari, İman, 36 (باب خَوْفِ الْمُؤْمِنِ مِنْ أَنْ يَحْبَطَ عَمَلُهُ وَهُوَ لاَ يَشْعُرُ).
[25] Cuma, 63/11.
[26] Bkz:Buhari, Tefsir, 62/2, Cuma,38, Büyû, 11; Müslim Cuma, 36-38; Tirmizi, Tefsir, 62/2.
[27] Semâvî, Kur’ân-ı Ehli Beyt’e Sorunuz, s.125.
[28] Bkz.: Ebü’l-Hasan Ali b. Ömer b. Ahmed Darekutnî, Sünen thk. Abdullah Haşim Yemani Medeni, Beyrut: trz., II/3.
[29] Kurtubi, Muhammed b. Ahmed el-Ensari, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’ân, Beyrut: Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye,  1988, c.18, s.111.
[30] Kurtubi, a.g.e., c.18, s.110.
[31] Ebü’s-Senâ Şehâbeddîn Mahmûd b. Abdullâh b. Mahmûd  Alusi, Ruhu’l-Meani fi Tefsiri Kur’âni’l-AzimBeyrut : Dâru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, trz. c.18, s.7.
[32] Semâvî, Kur’ân’ı Ehli Beyt’e Sorunuz, s.173.
[33] Semâvî, a.g.e.s.174.
[34] Ebu Abdullah Şemseddin Muhammed b. Ahmed b. Osman ez-Zehebi, Tezkiratu’l-Huffaz, (1-4), Beyrut: trz., c.1, s.5.
[35] Zehebi, a.g.e., c.1, s.5
[36] Zehebi, a.g.e., c.1, s.2-3.
[37] Bkz.: Ebû Abdullah İbnü’l-Beyyi Muhammed Hakim en-Neysabûrî, Müstedrek ale’s-Sahihayn, Beyrut: Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1990, c.3, s.65.
[38] Yazarın “Aişenin fitneciliği ve Hz. Peygamber’in Ondan Sakınması” başlığını vererek Hz. Aişe’yi zemmettiği bölüm için bkz: Semâvî, a.g.e., s.95.
[39] Semâvî, a.g.e., s.171.
[40] Ebû Bekr Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali Beyhâki, Şuabu’l-İman, (nşr.M. Said Besyuni), Beyrut:1410, c.4, s.79-80; Salebe Hadisi ile ilgili detaylı bilgi için bkz:Kadir  Paksoy, Sa’lebe Hadisinin Sened ve Metin Açısından Tenkidi, Hadis Tetkikleri Dergisi, 2004, c.II, sy.2, s.63-85.
[41] İbn Hazm, Ali b. Ahmed ez-Zahiri, el-Muhalla, Beyrut: trz., c.11, s.206-207; İzzuddin İbnu’l-Esir, Usdu’l-Gabe fi Marifeti’s-Sahâbe, Beyrut:  trz., c.1, s.237; Zehebi, Tecridu Esmai’s-Sahâbe, Beyrut: trz., c.1, s.66. 
[42] SemâvîKur’ân’ı Ehl-i Beyt’e Sorunuz, s.171.
[43] İbn Abdi’l-Ber, Camiu Beyani’l-İlm ve Fadlihi, Mısır:1346, c.2, s.121.
[44] Semâvîa.g.e., s.173.