Sahâbeyi Ötekileştirmek ya da Sahâbeye “Sahabî”* Olmak
Ayrımında
Âyet
ve Hadisleri Anlama Sorunu
-Muhammed et-Ticânî es-Semâvî
Örneği-
Salih
KESGİN**
Giriş
Tebliğ başlığının uzun
olmasının sebebi, bir vurguyu başlıkta da ifade edebilmektir. Muhammed
et-Ticânî es-Semâvî, yaklaşık iki sene kadar önce katıldığımız bir seminerde,
İsmâilî çalışmaların yapıldığı bir ortamda ‘asrın mütefekkiri’, ‘asrın büyük
âlimi’ şeklindeki övgülerle gündemimize girmişti. Eserleri ücretsiz olarak
dağıtılan birisiydi. Merak etmiştik o zamanlar kim olduğunu. Sempozyum
başlığını görünce böyle bir tebliğ hazırlama düşüncesi hasıl oldu.
Bu çalışmada, Sünnî düşünceden Şi’îliğe geçen Dr.
Muhammed et-Ticânî es-Semâvî’nin (d. 1943) Şi’î düşünceyi meşrulaştırmak
amacıyla; âyet ve hadislerin sahâbenin gerçek yüzünü ortaya çıkardığını iddia
ederek ileri sürdüğü ashâbı zemmedici yorumların ele alınması ve modern dönemde
bir Müslümanın en temel arayışlarından birisi olması gereken sahâbeye dost
olmak, -bir başka deyişle sahâbeye “sahâbî” olmak- sorumluluğu ekseninde
kritiğinin yapılması hedeflenmektedir.
Tunus’un Kafsa şehrinde dünyaya gelen Semâvî,
bir müddet bu kentte imamlık yapmış ve görev yaptığı camide tefsir ve fıkıh
dersleri vermiştir. Ardından Mısır, Irak, Lübnan ve Ürdün’de tecrübesini
artırmak maksadıyla bulunmuş ve bu esnada Irak’ta iken Seyyid Ebu’l-Kasım Hoi
ve Muhammed Bakır es-Sadr gibi Şîa’nın önde gelen şahsiyetleriyle
görüşerek Şi’îliği benimsemiştir. Paris’te Sorbonne Üniversitesi’nden
felsefe dalında doktora derecesi alan Muhammed et-Ticânî es-Semâvî’nin,
Sünnî düşünceden Şi’î düşünceye geçişini ve sebeplerini açıkladığı ”Ve
Hidâyete Erdim[1]“(Sümme
İhtedeytu[2]), ”Kur’ân’ı
Ehl-i Beyte Sorunuz[3]“(Fes’elu
Ehle’z-Zikri[4]), ”Doğrularla
Birlikte[5]“
(Li Ekune Mea’s-Sadikin[6]),
“Kuran’daki Sünnet Ehl-i Beyte Gönül
Verenlerin Yoludur [7]“(Eş-Şîa:
Hüm Ehlü’s-Sünne[8]) başlıklarıyla
Türkçe’ye de çevrilen eserleri Farsça, Urduca, İngilizce başta olmak üzere pek
çok dilde yayınlanmıştır.[9]
Şi’îliği benimsemesinin nedenlerini
açıkladığı ve Şi’îliğin savunusunu yaptığı bu kitaplarında, sahâbenin Hz.
Peygamber’in misyonuna zarar verdiklerini ve bu nedenle de İslâm’ın
anlaşılmasında olumsuz bir rol oynadıklarını iddia eden Semâvî, bu kapsamda sahâbenin
önde gelenlerini, Hz. Peygamber’in sözlerine, fiillerine ve takrirlerine
muhalefet etmekle itham etmekte; bunu yaparken de herhangi bir metoda bağlı
kalmaksızın kanaatlerini destekleyen hadisleri kabul etme, kendi fikirleriyle
uyuşmayanları ise reddetme yöntemini benimsemektedir. Yazarın eserlerinin,
modern dönemde, bir nevi Şi’î düşüncenin savunusu olarak sunulması, pek
çok dile çevrilerek okurların dikkatine arz edilmesi; sahâbeye
yönelik eleştirilerinin daha da fazla dikkat çekmesine ve zihinlerin
bulanmasına sebebiyet verebilmektedir. Bu durum göz önünde bulundurularak,
tebliğimizde bütün Müslümanların ortak değeri konumundaki sahâbeye Semâvî
tarafından âyet ve hadislere bir nevi şiddet uygulanarak, salt mezhebi
kaygılarla yöneltilen ithamları ilmî bir üslupla ele alarak tartışmak temel
hedefimiz olacaktır. Bu kapsamda, yazar tarafından Kur’ân’ın ve
hadislerin/sünnetin sahâbenin gerçek yüzünü ortaya çıkardığına ilişkin
iddiaları sırasıyla ele alınacaktır.
1. Kur’ân’ın Sahâbenin
Gerçek Yüzünü Ortaya Çıkardığı İddiası:
Sahâbeyle ilgili iddialarını somut
olarak ortaya koyduğu için tebliğimizde esas alacağımız, ”Fes’elu Ehle’z-Zikri” başlığıyla
Arapça olarak yayınlanan, Türkçe’ye ise “Kur’ân’ı Ehl-i Beyte Sorunuz” ve “Zikir Ehline
Sorun” başlıklarıyla tercüme edilen eserinde Semâvî, “Sahâbeler” başlığı
altında oluşturduğu ayrı bir bölümde, ashaba ilişkin değerlendirmeler yapmakta
ve “… üzülerek söylemek gerekiyor ki sünnet ve cemaat ehli, hiçbir sahâbenin
tartışılmasını, yara almasını istemezler”[10] ifadeleriyle
kendi duruşunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu ifadesinin ardından ise, âyet-i
Kerîmelerin sahâbenin iç yüzünü ortaya çıkardığını belirttiği bir başlık altında
sahâbeyi zemmettiğini iddia ettiği âyet meallerini alt alta sıralayarak
değerlendirmelerine devam etmektedir. Biz öncelikle yazarın eserinde zikrettiği
âyet meallerini tablo halinde, bağlamını karşılarına yazarak ortaya koyacak
ardından müellifin bütün bu âyetlere dayanarak yaptığı değerlendirmeler
üzerinden tahlile devam edeceğiz.
Sahâbenin
Gerçek Yüzünü Ortaya Çıkardığı İddia Edilen Âyetler
ve
Sebebi
Nüzulleri Ekseninde Hitabın Gerçek Muhatapları
|
||
Âyet’in Meali
|
Sure ve Âyet Numarası
|
Hitabın Muhatabı
|
Ey iman edenler! Size ne oldu ki, «Allah yolunda savaşa çıkın!»
denildiği zaman yere çakılıp kalıyorsunuz? Dünya hayatını ahirete tercih mi
ediyorsunuz? Fakat dünya hayatının faydası ahiretin yanında pek azdır. Eğer
(gerektiğinde savaşa) çıkmazsanız, (Allah) sizi pek elem verici bir azap ile
cezalandırır ve yerinize sizden başka bir kavim getirir; siz (savaşa
çıkmamakla) O’na hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye kadirdir.
|
Tevbe 38-39
|
Yeni Müslüman olmuş kimseler, Bedeviler ve münafıklar
|
Ancak Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüpheye düşüp,
kuşkuları içinde bocalayanlar senden izin isterler.
|
Tevbe 45
|
Münafıklar
|
Eğer içinizde (onlar da savaşa) çıksalardı, size bozgunculuktan başka
bir katkıları olmazdı ve mutlaka fitne çıkarmak isteyerek aranızda
koşarlardı. İçinizde, onlara iyice kulak verecekler de vardır. Allah
zalimleri gâyet iyi bilir.
|
Tevbe 47
|
Münafıklar
|
Onlardan sadakaların (taksimi) hususunda seni ayıplayanlar da vardır.
Sadakalardan onlara da (bir pay) verilirse razı olurlar, şâyet onlara
sadakalardan verilmezse hemen kızarlar.
|
Tevbe 58
|
Yeni Müslüman olmuş kimseler
|
Allah’ın Rasûlüne muhalefet etmek için geri kalanlar (sefere çıkmayıp)
oturmaları ile sevindiler; mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad etmeyi
çirkin gördüler; «bu sıcakta sefere çıkmayın» dediler. De ki: «Cehennem ateşi
daha sıcaktır!» Keşke anlasalardı!
|
Tevbe 81
|
Münafıklar
|
Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah,
sevdiği ve kendisini seven müminlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kâfirlere
karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad
ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar (hiçbir kimsenin
kınamasına aldırmazlar). Bu, Allah’ın, dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın
lütfu ve ilmi geniştir.
|
Maide 54
|
Müminleri münafıkça tavırlara karşı uyarma
|
Hak ortaya çıktıktan sonra sanki gözleri göre göre ölüme
sürükleniyorlarmış gibi (cihad hususunda) seninle tartışıyorlardı.
|
Enfal 6
|
Sahâbe
|
Ey inananlar! Hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah ve Resûlüne
uyun. Ve bilin ki, Allah kişi ile onun kalbi arasına girer ve siz mutlaka
onun huzurunda toplanacaksınız. Bir de öyle bir fitneden sakının ki o,
içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirâyet ve hepsini
perişan eder). Biliniz ki, Allah’ın azabı şiddetlidir.
|
Enfal 24-25
|
Sahâbe
|
Ey iman edenler! Allah’a ve Peygamber’e hainlik etmeyin; (sonra) bile
bile kendi emanetlerinize hainlik etmiş olursunuz.
|
Enfal 27
|
Sahâbe
|
Ey iman edenler! Allah’ın size olan nimetini hatırlayın; hani size
ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz
ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi. Onlar hem
yukarınızdan hem aşağı tarafınızdan (vâdinin üstünden ve alt yanından)
üzerinize yürüdükleri zaman; gözler yıldığı, yürekler gırtlağa geldiği ve siz
Allah hakkında türlü türlü şeyler düşündüğünüz zaman; İşte orada iman
sahipleri imtihandan geçirilmiş ve şiddetli bir sarsıntıya uğratılmışlardı.
Ve o zaman, münafıklar ile kalplerinde hastalık (iman zayıflığı) bulunanlar:
Meğer Allah ve Resûlü bize sadece kuru vaadlerde bulunmuşlar! diyorlardı.
|
Ahzab 9-10-11-12
|
Münafıklar
|
Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?
Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz, Allah katında büyük bir nefretle
karşılanır.
|
Saff, 2,3
|
Müminler / Münafıklar
|
Bedevîler «İnandık» dediler. De ki: Siz iman etmediniz, ama «Boyun
eğdik» deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine
itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok
bağışlayan, çok esirgeyendir.
|
Hucurat, 14
|
Bedeviler
|
Onlar İslâm’a girdikleri için seni minnet altına sokuyorlar. De ki:
Müslümanlığınızı benim başıma kakmayın. Eğer doğru kimselerseniz bilesiniz
ki, sizi imana erdirdiği için asıl Allah size lütufta bulunmuştur.
|
Hucurat, 17
|
Güce itaat ederek Müslüman olduğunu söyleyen Bedeviler
|
Onların arasında, seni dinleyenler vardır. Fakat senin yanından
çıkınca kendilerine bilgi verilmiş olanlara «Az önce ne demişti?» diye
sorarlar. Bunlar, Allah’ın kalplerini mühürlediği, hevâ ve heveslerine uyan
kimselerdir.
|
Muhammed, 16
|
Münafıklar
|
Kalplerinde hastalık olanlar, yoksa Allah’ın, kinlerini ortaya
çıkarmayacağını mı sandılar? Biz dileseydik onları sana gösterirdik de, sen
onları yüzlerinden tanırdın. Andolsun ki sen onları konuşma tarzlarından
tanırsın. Allah işlediklerinizi bilir.
|
Muhammed 29-30
|
Münafıklar
|
İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılıyorsunuz. İçinizden
kiminiz cimrilik ediyor. Ama kim cimrilik ederse, ancak kendisine cimrilik
etmiş olur. Allah zengindir, siz ise fakirsiniz. Eğer O’ndan yüz
çevirirseniz, yerinize sizden başka bir toplum getirir, artık onlar sizin
gibi de olmazlar.
|
Muhammed 38
|
Sahâbe
|
Semâvî, münafıkları tasvir eden, bedevi
Arapları te’dib etmeyi hedefleyen ve hata yapan müminleri uyarıcı nitelikteki bu
âyetlerin tamamının muhatabının sadece sahâbe olduğunu iddia ederek, sahâbenin
çoğunluğunun Allah’ın ve Rasûlü’nün hükümlerine kolaylıkla karşı
gelebildiklerine delil olduğunu ifade etmekte ve kanaatlerini, لَقَدْ جِئْنَاكُم بِالْحَقِّ وَلَكِنَّ أَكْثَرَكُمْ
لِلْحَقِّ كَارِهُونَ âyeti ile delillendirmek
istemektedir. Bu âyetteki ”Biz size Hakkı getirdik fakat
sizin çoğunluğunuz Haktan hoşlanmıyorsunuz” ifadelerini delil olarak
zikreden yazar âyeti şu şekilde yorumlamaktadır:
Çoğunluğu oluşturan bu sahâbeler, Peygamber’in (s.a.v.)
yanından ayrılmazlar, onunla yürürler, onunla otururlar, ona yakınlık
gösterirler. İç yüzleri belli olmasın diye, bunu yaparlar. Gerçek müminleri
geride bırakacak bir gösterişle namazlarını kılarlar, ibadetlerine düşerler ve
aldatıcı bir görünüş ortaya çıkarırlar.[11]
Cehennemliklerin şahsında Hz. Peygamber’in
muhataplarına hitap eden ve inkârcılıkta devam ettikleri takdirde akıbetlerinin
bu şekilde olacağını ifade eden Zuhruf Suresi 78. âyetin muhatapları gerçekte,
inkârcılar ve Allah Rasûlü’nün risâletini kabul etmeyeneler iken, bunu tahrif
ederek muhatapların sahâbe olduğunu iddia eden ve yukarıda aktardığımız
değerlendirmeleriyle onların büyük bir kısmını itibarsızlaştıran
ifadelerinin ardından yazar okuyucuya şu soruyu yöneltmektedir:
Bunlar, Peygamber (s.a.v.) hayatta iken yapabiliyorlarsa,
göçtükten sonra nasıl olacaktır? Doğal olarak azacaklar, çoğalacaklar ve
ikiyüzlülüğü sürdüreceklerdir... Bunlar ki, yüce peygamber (s.a.v.) daha ölüm
döşeğinde iken dönekliklerini gösterdiler, Rasûl’ün (s.a.v.) emirlerini
dinlememeye başlamışlardı…[12]
Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) çağrısına ilk
muhatab olan ashabı bu ifadelerle itibarsızlaştırmayı hedefleyen yazar Ali
İmran Suresi 144. Âyeti’ni de benzeri bir üslupla yorumlamaktadır. Âyette yer
alan, “Muhammed ancak peygamberdir. Ondan önce de Peygamberler gelip
geçmiştir. Şimdi o ölür, ya da öldürülürse gerisin geriye eski dininize mi
döneceksiniz? Kim ki geri dönerse Allah’a hiçbir şekilde zarar ermiş
olmayacaktır. Allah sizden şükredenleri ödüllendirecektir.” ifadelerini
müellif şu şekilde değerlendirmektedir:
Şükreden sahâbeler ise azınlıktadır. Bunlar
döneklik yapmadılar. Peygamber’in izinden ayrılmadılar ve hiç değişmediler. Bu âyetin
getirdiği kanıtla Sünnet Ehli’nin iddiası düşer. Sünnet Ehli’nin sahâbelerin
münafıklarla ilgilerinin bulunmadığı savı, tamamen yanlıştır. Çünkü bu âyet
peygamberin hayatında doğru görünüp öldükten sonra döneklik yapacaklara seslenmektedir. [13]
Semâvî’nin, âyetin bağlamını ve nüzûl
sebebini dikkate almaksızın yaptığı bu yorumu, aslında âyet-i kerîmeyi ait
olmadığı bir anlam havuzuna yerleştirme ve bunun üzerinden sahâbeyi eleştirme
arayışının bir sonucudur. Sünnî ve de Şi’î tefsir kaynaklarında, Uhud Savaşı’nda
Hz. Peygamber’in öldürüldüğü iddiasının müşrikler tarafından ortaya atılması
sonrasında Müslümanlardan bazılarının benimsediği tavırlarla ilgili olduğu
ayrıntılı olarak izah edilen[14] bu
âyetin, Semâvî’nin kendi gayretiyle oluşturmaya çalıştığı bağlamla bir
ilintisinin dahi olmadığı aşikârdır. Buna rağmen müellifin, bir âyeti anlamada
sebebi nuzûlünün araştırılması gibi en temel ilkeyi görmezden gelmesinin ve müntesibi
olduğunu beyan ettiği Şi’î düşüncenin en temel tefsir kaynaklarına dahi
müracaat etmeden ilgili âyetin, sahâbenin çoğunluğunun münafık olduğuna işaret
ettiğini iddia etmesinin; mezhebî taassuptan öte, okuduğunu bilerek çarpıtma
gayretinden başka bir gerekçeyle izah edilmesi mümkün
değildir.
Kur’ân-ı Kerîm’de, insanlık için ortaya
çıkarılmış en hayırlı ümmet olarak vasıflandırılan[15],
mutedil bir ümmet olarak övülen[16],
Allah ve Rasûlü’ne tam teslimiyet göstererek büyük ecir kazandıkları açıklanan[17] ve
Allah’ın kendilerinden, kendilerinin de Allah’tan razı olduğu, ebedi cennetin
onlar için hazırlandığı[18] ifade
edilen sahâbenin -bir nevi- nassa şiddet uygulanarak, çoğunluğunun Hak’tan
hoşlanmayan kimseler olarak vasıflandırılması hangi gerekçe ile olursa olsun
tarihi verilerle bağdaşmamaktadır. Sahâbeyi olgunlaştırmayı hedefleyen,
hataları olduğunda onları uyarı mahiyetinde tenzil buyurulan âyet-i Kerîmeleri[19] delil
göstererek sahâbenin hadis rivâyeti açısından adil olmadığını iddia etmek ve
onları Hak’tan hoşlanmayan kimseler olarak itibarsızlaştırma çabası içerisinde
olmak yazarın içinde olduğu zihnî dönüşümün bir sonucu olarak karşımıza
çıkmaktadır.
2. Hadis ve Sünnetin Sahâbenin Gerçek
Yüzünü Ortaya Çıkardığı İddiası
Semâvî, Sünnî hadis âlimlerince sahih
olarak kabul edilen pek çok hadisin sahâbenin ikiyüzlülüğünü ortaya çıkardığını
iddia etmekte, Ehl-i Sünnet âlimlerince otoritesi kabul edilen Buhari’nin el-Camiu’s-Sahih adlı
eserinden örnekler vererek kanaatlerini desteklemek istemektedir. Yazar, sahâbenin
tutumunu tasvir edebilmek için Buhari’nin Sahih’inden ilk olarak şu rivâyetleri
aktarmaktadır:
İbrahim et-Teymî diyor ki; Sözümü amelime
arz ederken yalancı duruma düşmekten hep korkmuşumdur.
İbn Ebi Müleyke diyor ki, Peygamber’in (s.a.v.) en
azından otuz ashâbına ulaştım. Bunların hepsi, kendine karşı nifak korkusu
içindeydi. Hiç birisinin “Şükür ben, Cebrail ve Mikail imanı üzerindeydim” dediğine
rastlamadım.[20]
İbrahim et-Teymî’nin (r.a.) ve Tabiin’den İbn Ebi
Müleyke’nin (r.a.) bu ifadelerini yazar şu şekilde değerlendirmektedir:
İbn Ebi Müleyke, Peygamber’in en azından 30 sahâbesiyle
ilişki kuracak, hepsinin içinde yaşadığı nifaktan sıkıntı çektiğini görecek ve
hiçbirisi ben iman yolundayım, diyemeyecekse, Sünnet Ehli’ne ne oluyor ki,
hepsini, ayırım yapmadan nerede ise, Peygamber’in seviyesine çıkaracak, bu
konuda tenkid ve tartışma kabul etmeyecektir.[21]
Yazarın endişesine esas teşkil eden bu
rivâyetlerin, Buhârî’nin Sahih’inde “Bir kimsenin kendi bilgisi olmaksızın
yaptığı iyiliklerin iptal olacağından korkması” bab başlığı altında
zikredilmesi ve babın içerisindeki diğer hadiste ancak münafığın kendini
güvende hissedeceğinin, mü’min olan kimsenin ise kendisi adına korku taşıyacağının
ifade edilmesi, rivâyetlerin aslında sahâbenin imânî açıdan olgunluğuna ve
ahlâkî açıdan alçak gönüllülüğüne işaret ettiğini ortaya koymaktadır. Semâvî’nin,
sahâbenin nifaktan sıkıntı çektiğini iddia edişine delil olarak sunduğu bu
rivâyetler, Kur’ân-ı Kerîm’deki ”Onlar korkarak ve ümit ederek
Rablerine dua ederler”[22] ilâhî
beyânı çerçevesinde anlaşıldığında, sahâbenin bu ifadelerinin korku ile ümit
arasında benimsedikleri imânî duruşun bir göstergesi olduğu anlaşılmaktadır.
Nitekim, Hz. Peygamber’in, ”Müminler Allah’ın azabının miktarını
bilselerdi hiçbiri Cennet’i ümit etmezdi. Kâfirler de Allah’ın rahmetinin
ne kadar çok olduğunu bilselerdi hiç biri O’nun rahmetinden ümit kesmezdi.”[23] şeklindeki ifadeleri de sahâbenin sözlerine yansıyan bu tutumu
izah etmektedir.
Semâvî’nin bir diğer iddiası ise, Cuma
namazı esnasında Şam’dan bir ticaret kervanının gelmesi üzerine sahâbenin
mescitten ayrılarak kervana yönelmesini aktaran hadisler üzerinden, sahâbenin neredeyse
tamamını münafıklıkla itham etmesidir. Semâvî, yine Buhari’nin
el-Camiu’s-Sahih adlı eserinden alıntılayarak mezkûr olayı şu şekilde
aktarır: Cabir b. Abdullah’tan naklen: Biz Cuma namazında iken, Şam’dan
yiyecek yüklü bir kafile geldi. Bir hareket başladı ve on iki kişinin dışında,
kimse kalmadı, cami boşaldı. Herkes, kafile yerine koştu. Bunun üzerine şu âyet-i
Kerîme indi: “Bir ticaret ya da eğlence gördüklerinde, seni kıyamda bırakıp
oraya üşüşürler[25]“.[26] Bu
olayı nakletmesinin ardından Semâvî hadisi şu şekilde yorumlar:
Münafık sahâbeler, Allah’tan korkmadan ve günahtan
çekinmeden Cuma namazından kaçabiliyorlar. Peygamber’i (s.a.v.) Allah
huzurunda, farzını kılarken bırakıp kafilenin getirdiği malzeme ve ticaret
maddelerini görmeye koşabiliyorlar. Bunlar, imanı tamam müslümanlar mıydı?
Yoksa, namazı hafife alıp, alaya alan münafıklar mıydı? Bunlar ki namaza
kalksalar bile, isteksiz/tembel davrananlardır. Bunların içinden ancak on iki
gerçek sahâbe seçilebiliyor.[27]
Sahâbenin Cuma namazı ve hutbesiyle
ilgili ahkâmın yeni vazedilmesi sebebiyle hutbeyi terk etmeleri[28],
bilmeyerek işledikleri bir hatadır.[29] Bu
olay vuku bulurken sahâbe, hutbeyi terk etmenin mahzur taşıyıp taşımadığına
ilişkin net bir bilgiye sahip değildir.[30] Böyle
bir ortamda sahâbe, Medine’ye uygulanan ekonomik ambargonun etkisiyle oluşan
kıtlığa ve pahalılığa bağlı olarak kervandaki malların hemen bitebileceği
endişesiyle kervana yönelmişlerdir.[31] Bu
olay aslında sahâbenin ismet sıfatını taşıyan, hatasız kimseler olmadıklarını,
semâvî birer varlık değil insan olduklarını gösteren çok net bir örnektir. Bu
vakıa Semâvî’nin iddia ettiği üzere, Hz. Peygamber’le birlikte Cuma namazı
kılan sahâbelerin on ikisi hariç hepsinin münafık olduklarına değil, vahyin ve
Hz. Peygamber’in terbiyesiyle zaman içerisinde olgunlaşarak kâmil bir karakter
kazandıklarına işaret etmektedir.
Semâvî’nin dikkat çekici bir diğer
iddiası ise; Hz. Ebu Bekir’in, Hz.Ömer’in ve Hz. Osman’ın kendi açıklarının
ortaya çıkmasını engellemek için hadislerin yazılmasını engellediklerine
ilişkin ifadeleridir. Bu iddiasını Semâvî, şu şekilde açıklamaktadır:
“Tarih okuyanlar, Peygamber (s.a.v.) hadislerinin
yazımıyla naklini/anlatmasını ilk yasaklayanların, ilk üç halife olduklarını
göreceklerdir. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.v.) hadisleri onların
icadlarıyla/yaptıklarıyla, onların uydurdukları ictihad ve hükümleriyle
çelişecektir.” [32]
“Ebu Bekir, yüce peygamber’in hadislerinden
çekiniyordu. Çünkü bu hadisler, onun yaptıklarıyla çelişiyordu. Bu arada gasp
ettiği halifelik de tehlikeye giriyordu. Bunun çaresi, Hz. Peygamber’in
hadislerini yok etmekti. İşte Aişe babasının yaptığına şahitlik ediyor. Aişe
diyor ki: Babam, Rasûl’ün hadislerini topladı. Bu hadisler yaklaşık beş yüz
dolayında idi. Babam gece boyunca rahatsız bir uyku geçirdi. Sebebini sordum.
Kızım sende ne kadar hadis varsa hepsini bana getir dedi. Hepsini getirdik.
Hepsini oracıkta yaktı.” [33]
Hz. Ebu Bekir’in, Hz. Peygamber’in
sözünü değiştirme ve ona söylemediği bir ifadeyi atfetme korkusu nedeniyle imha
ettiği kendisine ait hadis sahifesini[34],
O’nun halifeyken yaptıklarının hadis ve sünnetle çelişmesine bağlaması, yazarın
sahâbeyi ötekileştirme arayışının en bariz örneğidir. Nitekim, Hz. Aişe’nin,
Hz. Ebu Bekir’e niçin sahifesini imha ettiğini sorması üzerine Hz. Ebu Bekir’in ”Onlar
yanımda iken ölmekten korktum. Güvendiğim kimselerden aldığım bu hadislerin
içinde bana söyledikleri gibi olmayan vardır da ben onu nakletmiş olabilirim.”[35] şeklinde
cevap vermesi yazarın iddiasının hangi derecede ilmî değere haiz olduğunu
ortaya koymaktadır. Hz. Ebu Bekir’in, Hz. Peygamber’in vefatının ardından
insanları toplayarak ”Siz Rasûlullah’tan ihtilaf ettiğiniz bazı
hadisleri söylüyorsunuz. İnsanlar sizden sonra daha çok ihtilafa düşecekler.
Allah Rasûlü’nden hiçbir şey tahdis etmeyin. Eğer sizden hadis söylemenizi
isteyen olursa, onlara “aramızda Kitabullah var” deyiniz. Onun helalini helal,
haramını haram kılınız.”[36] ifadeleriyle
onlara seslenmesi de O’nun hadislerden çekinmesi nedeniyle değil insanların
Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) söylemediği sözleri hadis olarak nakletmesinden
imtina ettiği için böyle bir tavır aldığını ortaya koymaktadır.
Hz. Peygamber’in çağrısıyla muhatab
olduğunda, Allah Rasûlü’nün (s.a.v.) kendisinin dahi “şimdi bana kim inanır”
diye tedirginlik hissedebileceği bir ortamda “sana ben inanırım tavrını” ortaya
koyan, “Muhammed söylüyorsa doğrudur”[37] diyen
Hz Ebubekir’in, hadis ve sünneti bilinçli olarak gizlemek istediği imasını
içeren bu değerlendirmeler yazarın hiç de objektif bir değerlendirme
yapmadığına delalet etmektedir. Nitekim müellifin, Hz. Ebubekir’i eleştirirken
aynı eserde bir kaç sayfa önce zemmettiği Hz. Aişe’den[38] aktardığı
bilgiyi kullanması da, ne kadar tutarsız bir metodla -kendi zihnî duruşuna
uymayan yerde râvîyi ve hadisini kabul etmemek, tam tersi durumda ise o râviye
ya da onun naklettiği hadise değer vermek metoduyla- hareket ettiğini
göstermektedir. Bu tutumunu, Hz. Ebu Bekir’i eleştirirken onun zekat
vermeyenlere karşı savaş açmasını konu edindiğinde de sürdürmekte, zekat
katille değil kuvvetle tahsil edilir ifadelerinin ardından ”eğer
böyle olsaydı Allah Rasûlü Salebe’ye savaş açardı” diyerek
duruşunu delillendirmektedir.[39] Kendi
kanaatine uymayan yerlerde hadis rivâyetlerinin sıhhatini tartışmaya açan
yazarın, kanaatine destek olacağını düşündüğü Salebe hadisini[40] pek
çok klasik kaynak tarafından sahih olarak vasıflandırılmamasına[41] rağmen
herhangi bir sorgulamaya ihtiyaç hissetmeksizin kullanması manidardır.[42]
Hz. Ömer’i de aynı şekilde hadislerin
yazılmasının karşısında olmakla itham eden yazar O’nun Karaza b. Kâ’b’ı (ö.
50/670) bir heyetle birlikte Kufe’ye gönderirken ifade ettiği “Siz halkı arı
uğultusu gibi Kur’ân okuyan bir kavme gidiyorsunuz. Onlar sizi gördüklerinde,
hadis dinleyebilmek için boyunlarını uzatıp size kulak verirler. Siz Allah
Rasülü’nden hadis rivâyetini azaltarak Kur’ân’ın iyi okunmasına dikkat ediniz[43] ifadelerini,
O’nun hadis ve sünnetin aktarılmasının/yazılmasının karşısında
olmasının delili olarak sunmakta, şu şekilde ithamda bulunmaktadır:
Sünnet ve Cemaat ehline soralım: Siz Ebu Bekir ile
Ömer’i kutsallıkta Hz. Peygamber’den sonra sayıyorsunuz. Siz sahihlerinizin
dediğine güveniyorsanız, onlara göre Peygamberimiz: Size iki halife
bırakıyorum. Birincisi Allah’ın kitabı, ikincisi ise benim sünnetlerimdir.
Bunların her ikisinin ipine tutunursanız, hiçbir çelişkiye ve sıkıntıya
düşmeyeceksiniz, diyor. Fakat bir de bakıyorsunuz en kutsal diye
bilinen kişi Hz. Peygamber’in sünnetlerini inkâr ediyorlar. O sünnetlere değer
vermiyorlar. Halk arasında bu sünnetlerin konuşulmasını/yazılmasını yasak
ediyorlar.[44]
Hz. Ömer’in, insanların Kur’ân’dan
uzaklaşacakları korkusuyla hadis rivâyetinde “tahdid”i benimsemesi yazar
tarafından, Hulefâ-i Râşidîn’in icraatlarıyla Hz. Peygamber’in sünnetinin
uyuşmadığının ortaya çıkmasını engelleme arayışı olarak ifade edilmekte, bu
olay üzerinden aslında sahâbenin Hz. Peygamber’in sünnetine ve hadise gereken
önemi vermediği intibâı uyandırılmak istenmektedir. Semâvî’nin iddiasının
aksine, Hz. Ömer’in, insanların Kur’ân’a olan himmetlerini azaltacak herhangi
bir tutum takınmalarını önlemek amacıyla zikrettiği bu ifadeler onun
hadise/sünnete değer vermediğinin değil, ancak insanları hadis rivâyet ederken
daha ihtiyatlı olmaya sevk ettiğinin bir göstergesi olarak anlaşılabilir.
Müellifin, hadisleri mezhebî kanaatleri ekseninde yorumlamasının ötesinde
kendisinin sıhhatli bulmadığı hadisleri sahâbe eleştirisinde kullanıyor olması
da, yazarın hadisleri değerlendirmede faydacı bir yöntemi takip ettiğini
göstermesi adına düşündürücüdür.
Sonuç ve Değerlendirme:
Şi’î düşünceyi benimsemesinin
nedenlerini anlatmayı ve bunun üzerinden kitleleri ikna etmeyi amaçlayarak
yazdığı eserlerinde Semâvî, sahâbeyi itibarsızlaştırmaya çalışmakta, onların
karakter açısından çok da makbul durumda olmadıklarını ortaya koymak hedefiyle
aslî kaynaklara inmeden ve hissi bir tutumla değerlendirmeler yapmaktadır. Âyet
ve hadislere bir nevi şiddet uygulayarak, Kur’ân-ı Kerîm’deki olumlu ifadelere
tamamen zıt bir şekilde, sahâbenin İslâm’ın insanlığa ulaştırılması hususunda
olumsuz rol üstlendiklerini iddia eden yazar, bir metnin nasıl “aşırı yorum”la
tahrif edilebileceğinin somut bir örneğini ortaya koymaktadır.
Gerek Kur’ân-ı Kerîm’de gerekse
hadis/sünnette sahâbenin pek çok üstün vasfına işaret edilmesi bunun yanı sıra
onların da insan oldukları ve hata yapabileceklerinin ortaya konması, aslında
modern dönemde İslâmî emir ve yasakları hayatına geçirmeyi hedefleyen Müslüman
bireyler için büyük önem arz etmektedir. Vahyin, insanda nasıl ete kemiğe
büründüğünün Hz. Peygamber dışındaki en somut örnekleri olan sahâbe, bu
vasıfları nedeniyle Allah Rasûlü (s.a.v.) tarafından inananların, gönüllerinin
yıldızı olarak vasıflandırılmıştır. Hz. Peygamber’in canlı Kur’ân olduğu yerde
sahâbe O’nun bir izdüşümüdür, bir rengidir, bir tonudur. Bu nedenle mezhebî
aidiyeti ne olursa olsun Müslüman bireye düşen, onların hatalarından da övülen
özelliklerinden de dersler alarak içinde bulunduğumuz çağda sahâbeye dost
olabilecek, sahâbeye sahâbî olabilecek vesileler aramaktır.
* Sahabî kavramı burada sözlük
anlamı esas alınarak “birisine yakınlık duyup onunla beraber olmak, samimi olup
arkadaşlık ve dostluk kurmak” manasında kullanılmıştır. Bkz.: Ebu’l-Huseyin
Ahmet İbn Faris, Mucemu Mekayis fi’l-Lûğa, Beyrut: Daru’l-Fikr,
1998, s. 587.
** Yrd. Doç. Dr., Ondokuz Mayıs
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Anabilim Dalı Öğretim Üyesi, skesgin@omu.edu.tr.
[1] Muhammet
et-Ticânî es-Semâvî, Ve Hidâyete Erdim, çev. Zeki Özkaya,
İstanbul: Can Yayınları, 1996; Semâvî, Doğruya Doğru, çev.Ataman
Koç, İstanbul: Kevser
Yayınları, 2005.
[7] Semâvî, Kuran’daki Sünnet Ehl-i Beyte Gönül Verenlerin Yoludur, çev. Zeki Özkaya, İstanbul: Can Yayınları, 2009.
[9] Semâvî’nin eserleri İran’da, ülke
içinde mezhebi bağlılığı pekiştirmek için pek çok kez basılırken, Sünnî
kitleleri etkilemek için de farklı dillere tercüme edilerek yayınlanmıştır.
Bunun bir örneği olarak yazarın “Fes’elu Ehle’z Zikr” adlı
kitabının “Ask Those Who Know”, (Kum: İntişarat-ı Ensariyan, t.rz), ”Kur’ân-ı
Ehl-i Beyt’e Sorun” adlarıyla tercüme edilmesi zikredilebilir.
[14] Bkz.: Ebü’l Fida İmadüddin İsmail b. Ömer İbn Kesir, Tefsiru’l-Kur’ânî’l-Azim, (I-VIII), Riyad: Daru Tayyibe, c.2, s.128; Ebû
Muhammed Muhyissünne Hüseyin b. Mesud Begavi, Tefsirü’l-Begavî, Riyad:
Daru Tayyibe, 1997, c.2, s.114.
[19] Cuma, 62/11; Enfal, 8/67-69; Ali
İmran, 3/152; Tevbe, 9/25; Nur, 24/11; Tevbe, 9/117; Ahzab, 33/29-30.
[24] Bkz.: Buhari, İman, 36 (باب خَوْفِ الْمُؤْمِنِ مِنْ أَنْ يَحْبَطَ عَمَلُهُ وَهُوَ لاَ يَشْعُرُ).
[28] Bkz.: Ebü’l-Hasan Ali b. Ömer b. Ahmed Darekutnî, Sünen, thk. Abdullah Haşim Yemani Medeni, Beyrut: trz., II/3.
[29] Kurtubi, Muhammed b. Ahmed
el-Ensari, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’ân, Beyrut: Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye, 1988,
c.18, s.111.
[31] Ebü’s-Senâ
Şehâbeddîn Mahmûd b. Abdullâh b. Mahmûd Alusi, Ruhu’l-Meani
fi Tefsiri Kur’âni’l-Azim, Beyrut :
Dâru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, trz. c.18, s.7.
[34] Ebu Abdullah Şemseddin Muhammed
b. Ahmed b. Osman ez-Zehebi, Tezkiratu’l-Huffaz, (1-4), Beyrut:
trz., c.1, s.5.
[37] Bkz.: Ebû Abdullah İbnü’l-Beyyi Muhammed Hakim
en-Neysabûrî, Müstedrek ale’s-Sahihayn, Beyrut: Daru’l-Kütübü’l-İlmiyye,
1990, c.3, s.65.
[38] Yazarın “Aişenin fitneciliği ve
Hz. Peygamber’in Ondan Sakınması” başlığını vererek Hz. Aişe’yi zemmettiği
bölüm için bkz: Semâvî, a.g.e., s.95.
[40] Ebû
Bekr Ahmed b. el-Hüseyin b. Ali Beyhâki, Şuabu’l-İman,
(nşr.M. Said Besyuni), Beyrut:1410, c.4, s.79-80; Salebe Hadisi ile ilgili detaylı
bilgi için bkz:Kadir Paksoy, Sa’lebe
Hadisinin Sened ve Metin Açısından Tenkidi, Hadis Tetkikleri Dergisi, 2004, c.II, sy.2, s.63-85.
[41] İbn Hazm, Ali b. Ahmed ez-Zahiri, el-Muhalla,
Beyrut: trz., c.11, s.206-207; İzzuddin İbnu’l-Esir, Usdu’l-Gabe fi
Marifeti’s-Sahâbe, Beyrut: trz., c.1, s.237; Zehebi, Tecridu
Esmai’s-Sahâbe, Beyrut: trz., c.1, s.66.